Herkes gibi olmaya mecbur muyuz?

Bazı insanoğlu sıradanlıkları ile siluet formuna dönüşüp bir çoğunluğun parçası olmayı göze alabilirken bazı insanoğlu da basit çıkarak sıradanlaşmaya meydan okurlar. Sıradakilerin bir boşluğundan yararlanıp fark edilmediğini zannederek sıraya kaynak olanlar, uyanık olduklarını zannederken, esasında öbürlerinden daha oldukça sıradanlaşma heveslisi olduklarını bu sabırsızlıkları ile tüm sıradanlaşmışlara göstermiş olurlar.

Kendine özgü mizacıyla yaratılmış olan insanı moda, toplumsal medya, tıp, tv, film gibi çeşitli saiklerle hepimiz haline getirmek; onları değişik araçlarla ve amaçlarla çağa uygun bir dönüşüme uğratmak, çağımızın mafyalaşmış şirketlerinin ve şirketleşmiş devletlerinin yegâne emeli haline gelmiş durumda. Bu güçlerin kendi varlık nedenlerini ilelebet devam ettirmeleri için itici güç olarak kullandıkları herkesleştirme politikaları, hem fizyolojik hem de zihinsel dönüşümü de bununla beraber getiriyor. Bu durum etkin bir özne olan insanı herkesleştirilerek, basit yaşamın edilgen bir nesnesi haline dönüştürüyor.

İnsanın kendine özgü özelliklerini yok eden, onu özünden, özgürlüğünden kopararak her insana dönüştürmeyi ve bu sonucu insanoğlu için hedef ya da mutluluk vesilesi olacak bir netice haline getirebilmeyi başaranlar, normal olarak küresel hegemonya tarafınca yüksek seviyede bir iltifata ve övgüye mazhar ediliyorlardır.

Her insana benzemenin ‘masum’ bir şey bulunduğunu söyleyenlere, ‘yıkım tellallığı yapma’ yada ‘bunun ne ziyanı olacak?’ diyenlere kâinatta sıradanlığın ve sıradanlaşmışlığın yer bulamadığının hatırlatılması, boynumuzda bir yükümlülük olarak asılı durmaya devam ediyor. Mesele şu ki, insanı hepimiz haline getirmek, onun vakit ve mekân köklerini reddetmesine hatta dünyaya ne için geldiğini unutmasına niçin olacak kadar esaslı bir mesele teşkil ettiğine kendimizi dahi inandıramıyoruz.

Herkes olmak, doğrunun peşinden gitmenin kısa ve ergonomik bir yolu değil; çoğunluğun yanlışına/yanılışına mesuliyet almaksızın ortak olmak, insanı bünyesinde yok eden akımların kölesi olmak anlamına geliyor. Azca olanın aslolan doyurucu şey bulunduğunun unutulmuş olduğu ve utanılacak bir şey olarak addedildiği bir çağda, çoktan koparak kendi olmayı başarabilmek, çağıl çağdaki insanoğlunun kölelikten özgürlüğe giden tek çıkış yolu. Bu yüzden insana bahşedilmiş olan biricik olma halinin, bununla birlikte insanı özgürleştiren tek şey bulunduğunun son zamanların araçlarıyla anlatılması gerekiyor.

Her insanın yaptığını yapmak gibi bir çoğunluk istibdadı altında yaşamak, derya içinde kaybolan bir damla örneğine benziyor. Oysa deryanın dip akıntısını oluşturan damla da orta derinlikteki damlalar da ve en üstte şiddetli dalgaları oluşturan damla da her insanın içinde kendi kalabilmeyi başarabiliyor. O vakit insan da tıpkı bu damlalar gibi her insanın içinde fakat hepimiz olmadan yaşamını sürdürebilir.

Küresel hegemonyanın kendi torna dükkânında insanı sıradanlaştırması ve hepimiz kalıbına sokmaya emek vermesi, kendi tıynetinin bir gereği normal olarak. Bizlere düşen, iyice körleşmiş son zamanların insanına aslen kim bulunduğunun hatırlatacak araçları geliştirmek ve son zamanların ruhu olan araçları bu hatırlatmaya katkı sunacak şekilde dönüştürebilmektir.

Hülasa ’hepimiz olmak’ bir insan için giyilebilecek en fena ambalajlardan biri. Bu yüzden Üstat Sezai Karakoç yüzlerce kelimeyle anlatmaya çalıştığımızı bir cümleyle özetliyor; “Herkes gibi olmak, olmayacak bir şey. Herkes gibi olmak, olmamak gibi bir şey.”

***

Not: 39. Internasyonal İstanbul Kitap Fuarı (TÜYAP) kapsamında, 3 Aralık ve 14:00- 18:00 saatleri içinde imza/tanışma programımız olacak, onurlandırmanız dileğiyle.

Comments are closed.

This website uses cookies to improve your experience. We'll assume you're ok with this, but you can opt-out if you wish. Accept Read More

Privacy & Cookies Policy