Kur’an Mucizesi ; Başlangıç
Hepimizin evinde illaki bulunan, hayatımızda bir kere dâhi olsa okuduğumuz, işittiğimiz, gördüğümüz yüce kitap: Kur’an..
Kur’an, insanı yoktan var eden, kendinden başka bir ilahın ve saltanat sahibinin olmadığı, yüce kudreti ile tün kainatı yaratan Tanrı’ın insanoğluna hitabıdır.
Bilhassa toplumumuzda Kur’an’a bakış açımızda bir oldukca mesele var. Ne yazık ki gençlerimiz başta olmak suretiyle tüm dindaşlarımız bu yüce kitaba tam anlamıyla yönelmediği benzer biçimde, Kur’an’ı hayatına entegre etmede de noksanlık yaşıyor.
Oysa Kur’an-ı Kerim’in her harfi bile içinde pek oldukca sırrı barındıran ve bir tek bir kavme değil tüm insanlığa inmiş bir kitaptır. Kur’an, Tanrı’ın kelamı olması hasebiyle oldukca fakat oldukca ehemmiyet verilmesi ihtiyaç duyulan bir kitaptır. Gökten yer yüzü ahalisine bir nida, Hakk’ın insanlara düzen etmiş olduğu yaşama biçimidir.
Geçenlerde merhum İmam M. Mütevelli Şa’ravi’nin ‘Kur’an Mucizesi’ adlı eseri ile nasiplendim. Bu nadide eseri okurken, Kur’an’a bir kez daha tüm benliğim ve varlığım ile fanatik oldum. İmam Şar’avi benzer biçimde çağdaş alimlerin bakış açısından Kur’an’a bakmak çağdaş çağımızın isteklerine de yanıt veriyor.
Bu sebeple buradaki köşeme bu güzel eserden istifade ederek Kur’an’ın hikmetlerini, derinliklerini ve mucizelerini yazmaya başlayacağım. Hasbelkader dış siyaset yazılarımın içinde İslami yazılar yazsam da bunu bir istikrara oturtmayı planlıyorum.
Her Müslüman Kur’an’a her şeyden oldukca ehemmiyet verip iyice anlamalıdır. Bu sebeple Kur’an’ın mucizelerinin bilincinde olan birisi, Kur’an’a daha sıkı bağlanacak ve merakını uyandıracağından bu yeni yazı silsilemde hem Kur’an’ın mucizelerini hem de Kur’an’ın hikmetlerini ele alacağız.
Tevfik ve inayet sadece Tanrı’tandır.
Rahman ve Rahim olan Tanrı’ın adıyla..
Mucize nedir?
Mucize esasen, Tanrı’ın toplumlara gönderilmiş olduğu elçileri olan peygamberlerin nübüvvetine (Peygamberliğine) kanıt olması ve onları desteklemesi için onlara verdiği kâinata hakim kanunlara aykırı olan(Harikulâde) şeylerdir.
Böylelikle o cemiyet insanlarına, bu Peygamberlerin kendi peygamberleri olup Tanrı tarafınca gönderildiğini, sema ve yeryüzünün onlara destekçi olup yardım ettiğini, bu yardımlar yardımıyla de beşeri kanunların aciz kalıp bir şey yapamadığını gösterilir.
Birinin Tanrı tarafınca gönderildiğini gördüğümüzde derhal onu doğrular mıyız yoksa iddiasını ispatlamasını mı isteriz? İşte bu sebeple her gönderilen peygamberin nübüvvetini doğrusu Tanrı tarafınca gönderildiğini ve görevlendirildiğini kanıtlama eden bir mucizesi ne olursa olsun vardır.
Fakat burada unutulmaması gerekir ki; Peygamber, kendisinin göndermiş olduğu toplumun ileri geldikleri alanlarda onlara meydan okur. Zira o toplumun ileri gelmedikleri alanlarda onlara meydan okumak, meydan okuma olmaz. Örneğin dünya genelinde usta bir futbolcuyu getirip asla futbol oynamayı bilmeyen bir adama karşı meydan okuyacak olursak, bu meydan okumanın bir anlamı kalmaz.
Bu sebeple meydan okuduğumuz şahıs olan futbolu bilmeyen bir insanın bu alanda bir iddiası yoktur. Fakat iki büyük futbolcuyu karşı karşıya getirirsek bu bir meydan okuma olur ve böylelikle galibiyetin bir anlamı olur.
Hakeza oldukca iyi ihtisaslı bir doktoru tıp ilminin geride kalmış olduğu bir şehre gönderirsek, bu bir meydan okuma olmaz. Bu sebeple bu doktorun o şehirde yarışabileceği kimse yoktur. Lakin bu doktoru tıp ilminin oldukca ileride olduğu bir şehre gönderirsek bu gerçek bir meydan okuma olacaktır.
Böylelikle iki noktaya varıyoruz. Birincisi; mucizenin, insan kanunlarının dışına çıkarak sadece bu kanunların koruyucusu olan Tanrı’ın güç getirebileceği bir şey olması gerekir.
İkincisi ise; her gönderilen Peygamberin mucizesinin, göndermiş olduğu toplumun ilgi alanına giren ve ilerledikleri bir alanda olması gerekir.
Bu şekilde olursa, toplumun içindeki insanlara karşı Peygamberin galip gelip onları aciz bırakması bir anlam kazanır. Ve sonunda Tanrı’ın gücü ispatlanmış olur.
Bir öteki hususta; mucize yalnızca meydan okuma ve harikuladelik (evren kanunlarına aykırı) olmaktan ibaret değildir. Şu şekilde ki; Tanrı, meydan okumuş olduğu bir topluluğa tüm sebep ve imkanları verir, peşinden bu imkanları işlevsiz kılar. Buna örnek verecek olursak Hazreti İbrahim’in ateşe atılmasından bahsedebiliriz.
Hz. İbrahim’in mucizesi, putlara tapan ve onlara secde edip kutsallaştıran bir topluluğa meydan okumak üzereydi. Hz İbrahim putlara karşı çıktı, kabullenmedi ve birkaçını yıktı. Bu sebepten dolayı topluluğu Hz. İbrahim’i ateşe atmak istediler. Tanrı onların bu isteğine olanak verdi. Ateş yakmalarına izin vermeyebilirdi fakat o topluluk ateşi yaktı. Tanrı peygamberini aniden göğe çekip saklayabilirdi fakat saklamadı. Hz. İbrahim meydanda eti kemiğiyle duruyordu. Kısaca Tanrı o topluma olanak ve sebep verdi. Kendi İlahlarının önünde Hz. İbrahim’in yakılması, ilahları olan putlarının kutsayacağı bir intikamdı. Odunlar toplandı ve ateş yakıldı. Her şet Tanrı dışındaki o ilahları yüceltmek için hazırlanmıştı. Dediğimiz benzer biçimde Tanrı istese İbrahim’i saklayabilirdi fakat buna müsaade etti. Bu sebeple eğer Hz. İbrahim kaçsaydı o topluluğun iddiası çürütülmeyecekti.
Gene aynı şekilde Tanrı dileseydi yağmur yağdırıp ateşi söndürebilirdi fakat bunu da yapmadı. Bu sebeple ateş sönseydi kafirler; “biz İbrahim’i yakabilmeye kadiriz fakat yağmur izin vermedi.” Diyeceklerdi.
Ne ateş söndü ne de İbrahim firar etti.
Her insanın gözü önünde Hz. İbrahim ateşe atılınca, Tanrı ateşin yakma hususi durumunu geçersiz kıldı. “Ey ateş, İbrahim’e serin ve esenlik ol dedik.” (Enbiya 69)
Böylelikle o cemiyet ve ilahları Hz. İbrahim’in ateşin ortasında yanmadan kalmasını görünce baka kaldılar. Ellerinde sebep ve olanak olmasına karşın Tanrı’ın mucizesi tecelli etmiş ve onları aciz bırakmıştı.
Hazreti Musa’nın sihirbazlıkta ileri gelen kavmine karşı asasıyla denizi bölmesi, Hazreti İsa’nın tıp ilminde ileri gelmiş kavmine karşı hiçbir tedavi edici unsur olmadan hastaları iyileştirmesi ve hatta ölüyü diriltmesi de aynı bu şekildedir. Her biri Tanrı’ın peygamberlerine vermiş olduğu ve bir tek onlara özgü olan mucizeleridir.
Niyahetinde Peygamberlerin sonuncusu ve bizimde ümmeti olmaktan payidar olduğumuz Hazreti Muhammed geldi. Kendisi nübüvveti ile ulaştığında topluluğu belagat ve fesahat alanında zirvedeydi. Kendisi de ileri oldukları bu alandaki bir mucize ile geldi. Bu mucize Kur’an’dı. Tanrı onlara bu mucize ile meydan okudur ve hepsi aciz kaldı. Kur’an benzer biçimde bir kitap getirmeleri istendi fakat hiçbir insanoğlunun edebiyatı, belagatı ve fesahatı buna yetmedi ve onun gibisini getiremediler.
Fakat Kur’an’ın esas mucizesi bu olsa da, tüm insanlığa gelmiş olduğundan Kur’an’ın olağanüstü şeyleri oldukca yönlüdür. Kur’an’ın mucizesi öyleki bir mucizedir ki her nesilde yenilenir ve yepyeni bir boyut kazanır.
Mucize eğer meydan okuma ile beraber harikulade (evren nizamı haricinde) bir ayyuka çıkıyor ve kimse ona karşı koyamıyor ise insandan benzerinin getirilmesi istenmez. Bu biçim mucizeler tek bir sebep içindir. O da Tanrı’ın kainattaki gücünün ispatı içindir. Bu sebeple insan her şeyi sebep-sonuç ilişkisi içinde algılar. Böylelikle bu algılamasının önüne geçilir. Tersine inanan bir insan sebeplerin çaresiz kalmış olduğu anda yüce Tanrı’a sığınmanın lüzumlu bulunduğunu bilmelidir. Tanrı her şeye gücü yeten yegane güç ve kudret sahibidir. Gücünde bir sınır yoktur.
Başlangıç olarak bu kadarı kafidir.
İnşallah ilerleyen yazılarımızda Kur’an’ın gerek belagat açısından gerekse de yaşadığımız devrin trendlerine hitaben mucizelerini inceleyeceğiz.
Selâmetle..
Comments are closed.